Özgeçmiş:
Kerem Yücel İstanbul’da dünyaya geldi. Lisans derecesini ziraat mühendisliği alanında aldıktan sonra petrol boru hattı şirketinde çevre etki uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bu projeler sayesinde Anadolu’nun uzak ve geniş alanlarına seyahat etti ve hem coğrafya hem de antik kültürleri derinlemesine tanıma fırsatı yakaladı. Fotoğrafçılığa ilgisi, fotoğrafçı olarak insanlığın ortak sorunlarıyla çevre uzmanlığına göre daha yakından ilgilenebileceğini ve bu sorunları daha iyi ifade edebileceğini fark ettiği zaman başlandı. Fotoğrafçılık Kerem için sadece bir uğraşı olmamış, aynı zamanda hayatı en üst seviyede anlaması, ifade etmesi ve onurlandırması için bir araç olmuştur. Kariyerine 2006’dan bu yana profesyonel fotoğrafçı olarak devam etmektedir.
Kerem, Pakistan depreminden sonraki 8 ayını Keşmir’de bir STK ekibinin üyesi olarak geçirdi. Siyasi kavga ile gergin olan bölgede ve sürekli eli kulağında olan savaş tehdidi altında hikayeleri fotoğrafladı. Keşmir’den sonra Orta Doğu ve Orta Asya’da insani projelere katıldı.
Günümüzde UN, ECHO, Diakonie, Malteser-International, Help, JICA, CAN ve STL olarak belli başlı tanınmış uluslararası organizasyonlar için çalışan Kerem Yücel, Orta Asya, Afrika, Orta Doğu, Arap Yarımadası ve Kafkaslarda ulusal ve uluslararası hikayeleri fotoğraflamaktadır.
Fotoğrafları Türkiye’de düzenli olarak ülkenin başlıca keşif ve coğrafya dergisi olan ve kendisinin de fotoğraf editörü olduğu Atlas Dergisi’nde yayınlanmaktadır.
Kerem sosyal, kültürel ve çevresel konulara odaklanmaya ve dikkati çeken görüntüler aracılığıyla her bakımdan dramatik hikayeler üretmeye devam etmektedir.
Sergi: Hoşgeldin/Xer Hati/Ehlen ve Sehlen
Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluk, evlerine gelen misafirleri bu kelimelerle karşılar. En güzel odasını, rahat yatağını, dantelli havlusunu kullandırır, etli yemeğini az kullanılmış servisle sunar, misafiri kendini özel hissetsin diye.
Gelenin ille de haber vermesi gerekmez üstelik. Çat kapı da olsa Tanrı misafiridir. İyi ağırlanması gelenektendir. Fakat bu adetin hem ev sahibi, hem misafir için bir süresi vardır, atasözlerine de yansıdığı gibi: “Misafirlik Üç Gündür”
Bu geleneksel süre, resmi olarak “misafir”likleri üç günü değil tam üç yılı dolduran Suriyeliler’in Türkiye’de yaşadıklarını anlatmaya yetiyor da artıyor aslında.
Tarafların çatışmaları arasında kalan, yakınlarını kaybeden, ülkeleri ile birlikte hayatları da yerle bir olan bu ailelerin önünde bugün iki seçenek var:
– Biri, adeta “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” sözüyle gönderildikleri kamplarda kendi deyimleri ile “hapis hayatına” mahkum olmak.
– Diğeri ise tüm yorgunluklarına rağmen yaşam savaşının en acımasız saldırılarına maruz kalmak. Erkeklerinin yarı fiyatına (bazen anlaştıkları ücreti bile alamadan) çalışmasına, kadınları ve çocuklarının sokaklarda dilencilik yapmasına, genç kızlarının “kuma”, daha küçüklerininse “çocuk gelin” adı altında istismar edilmelerine ses çıkartmamak…
Bu fotoğraf sergisi “misafir” denilerek “mülteci” statüsü verilmeyen, bu nedenle Türkiye’nin bir anda en alt tabakası haline gelen bir halkın başından geçenlere, bizim gözümüzden onların yaşadıklarına dair…
This post is also available in: İngilizce